Son günlerin popüler konusu 3. havalimanı, 3. köprü. Büyük montanlı ulaşım projeleri ve bunların hayata geçirilmesinin önündeki engel olarak dış güçlerin, içerideki siyasi tartışmaların yansıması olarak ortaya çıkan malum neticelerin sunulması. İçeride biz bu tartışmaları yapıyoruz, iç kamuoyu da bunlara önemli oranda inanıyor, ama dışarıda bu tartışmaların, bakış açılarının hiçbir karşılığı yok.
Geçen hafta, Washington'daydım. 2002 yılında Dünya Bankası çatısı altında faaliyet gösteren ve merkezi ABD Washington olan Embarq'ın 'Ulaşımı Dönüştürmek' konferansına katıldım. Bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olan Embarq, şehirlerde sürdürülebilir ulaşım imkânlarını geliştirmek üzere yola çıkmış. Şimdiye kadar önemli projelere imza atmış. İstanbul'daki 'Metrobüs' de bir Embarq çalışması ve onun katkısıyla harekete geçirilmiş. Özellikle gelişmekte olan ülkelere yönelik çalışmalarını yoğunlaştıran Embarq, Meksika, Brezilya, Hindistan, Türkiye, Peru ve Çin'de, 6 merkezde hizmet veriyor.
Washington'da Embarq'ın bir nevi merkezi olan Dünya Bankası'nda yapılan ve 2 gün süren konferansta özellikle Güney Kore'nin şehir içi ulaşımda gösterdiği başarılar sunulurken nefesimi tutup ilgiyle izledim. O kadar ilginç örnekler veriliyordu ki, İstanbul bugün, Seul'da 20 yıl önce kamuoyu tepkileri göğüslenerek, şehir içi ulaşımın rahatlatılması için alınan o hatalarla inşa ediliyor.
NEDİR O HATALAR?
Şu an İstanbul, yatay ve dikine büyütülüyor. Üstelik kentin her noktasında yüksek binalar görmek, silueti değiştiren projelere iki yakada da rastlamak mümkün. Sahil bantları binalarla kapatılıyor. Yeşil alanlar daraltılıp ticari merkezlere dönüştürülüyor. Bütün bu çalışmalar aynı zamanda o bölgelerin, mahallelerin nüfus yapısını da değiştiriyor. Kentin topyekûn demografik yapısı yoğunluğa evirildiği için başta ulaşım altyapısı olmak üzere diğer bütün sistemler bu yükün altından kalkmakta zorlanıyor. Dolayısıyla böyle bir yükü ne Marmaray, ne 3. köprü ne de başka bir ulaşım sistemi çözemez. Çünkü öncelikle planlaması gereken yaşanabilir, ulaşım sistemleri birbirine entegre edilerek sürdürülebilir bir şehir inşa etmekken, İstanbul'da böyle bir yaklaşım maalesef yok.
Metro, metrobüs, köprü, kavşak ve havalimanı gibi ihaleler, projeler yapılıyor. Ama insana dokunan yürüme yolları, engelsiz ve ücretlendirme gibi sorunsuz entegrasyon projelerini aynı derecede duymuyoruz. Çünkü altyapı işleri aynı zamanda iştah kabartan ekonomiyi döndüren, rant alanı olarak görülebilir. Ama İstanbul'u bisikletle ulaşımı kolaylaştıran bir kent haline dönüştürmek hem beyin terletmeyi hem de belediye bütçelerinden kaynak ayırmayı gerektiriyor. Halbuki şu an inşa edilen, ihalesi yapılan işler, insanların rahat dolaşacağı yeşil alanlarda, parklarda, deniz kenarlarında gerçekleşiyor.
İstanbul ve 20 yıl önceki Seul. İnsan ve insan yaşamına verilen öncelik, şehirlerin bu anlayışla dizayn edilmesine güzel bir örnek olarak Seul, insanı hiçe sayan, yaşam alanlarını giderek daraltan şehir olarak da İstanbul. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı iki kenti karşılaştırmalı olarak incelemeye davet ediyorum. CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa
Sarıgül de, Seul gibi örnekleri inceleyerek İstanbul'un son 10 yılda giderek daha büyük problem haline dönüşen ulaşım meselesine yönelik stratejiler geliştirebilirse, seçim yarışında İstanbul'a katkı sunmuş olabilir.
Topbaş ve Sarıgül şu hususu da not etsin: Washington'dan bakınca; İstanbul'un başta şehir içi ulaşımı olmak üzere yaşam kalitesini artıracak şekilde planlanmadığı ortaya çıkıyor. Ulaşım ağları, bisikletlilerin ve yayaların ihtiyaçlarını da gözetecek şekilde tasarlanmıyor. Ulaşım modları arasında
entegrasyonu bırakın, İstanbul'un raylı sistemleri arasında bile dünyadaki 4 ayrı sistemle çalışıldığı için entegrasyon sıkıntısı söz konusu.
Bugünlük bu kadar, devamı yarına...